İnsanlara Ben-i Âdem (Âdemoğlu) dense de gerçekte İnsanoğlunun atası Hz. Nuh olarak kabul edilir. Bu günkü insanlık Nuh tufanından sonra Hz. Nuh’un oğullarından türediği için meseleye böyle bakılmak da ve Hz. Nuh’a II. Âdem de denilmektedir. Tevrat’ta zikredilen önemli tarihi iddiaya göre insanlık, tufandan sonra hayatta kalan Hz. Nuh’un üç oğlundan türemiştir. Bunlardan Ham, Hami soylu(Hint-Avrupa) milletlerinin; Sam, Sami soylu (Arap-Yahudi) milletlerinin; Yafes’de Türk ve akraba topluluklarının ilk babaları olarak kabul edilir.

XIX. yüzyılda bugün Vehhabi diye bilinen İslâm’ın sapkın kollarından birini kurucusu kabul edilen Abdulvahap Osmanlı’ya isyan edip ayrılma savaşları verirken kendisine yardım vaadinde bulunan İngiliz temsilcisinin “Siz Müslümansınız. Osmanlılar da Müslüman. İslâm âlemine bu isyanınızı nasıl anlatacaksınız?” diye sorduğunda. Abdulvahap: “Onun cevabını bize bırak. Biz İslâm Âlemine amca çocukları kâfir yönetime karşı birleşti der ve onları ikna ederiz” diye cevaplayınca İngiliz temsilci hayretini gizleyememiş ama yardım talebine de olumlu cevap vermiştir. Bu cevaptaki amca çocukları Hıristiyan Avrupa milletlerini, kâfirler ise Müslüman Osmanlıları ifade etmektedir. Dini geleneğe göre ise gerçek şudur.

Hz. İbrahim dinler tarihinde Ulülâzm diye bilinen peygamberlerden biridir. Üç büyük dinin de saygı duyduğu ve kendilerini onun takipçisi olarak gördükleri bir peygamberdir. Yaşadığı tarih kesin olarak bilinmese de bu günkü Mezopotamya da yaşadığı bilinmektedir. Hz.Lût ile çağdaştır. Hz. Nuh’un çocuğu olmamaktadır. Karısı Hz. Sare çocuğun olmamasının sebebini kendinde görmektedir. Hz. İbrahim’in neslinin devamı için onu bir başka kadınla evlendirmek istemektedir. Mısırlı çok güzel bir köle olan Hz. Hacer’i bu iş için uygun bulur ve Hz. İbrahim’e teklif eder. Hz. İbrahim’in de uygun görmesiyle onları evlendirir. Çok kısa süre sonra oğulları Hz. İsmail dünyaya gelir. Hz. Hacer’in Hz. İbrahim’e erkek bir evlat vermesi kendine olan güveni artırırken, Hz. Sare’nin kadınlık içgüdüsüyle kıskançlık duyguları kabarmaya başlar. Belli bir süre sonra Hz.Sare de hamile kalır ve Hz. İshak’ı dünyaya getirir. Bu doğum Hz .Sare’nin kendine olan güvenini artırdığı gibi kıskançlık nöbetleri geçirmeye başlar. Hz. İbrahim eşler arasındaki bu geçimsizliğin çaresini Hz. Hacer ile oğlu Hz. İsmail’i Mekke’ye götürüp oraya bırakmakta bulur. Bundan sonrasını her kurban bayramında mutad dinlediğimiz hikâyeler zinciri başlar.

Hz. İbrahim’in hikâyesi karısı Hz. Sare ve oğlu Hz.İshak’la Filistin de devam eder. Ölümünden sonra oğlu Hz. İshak peygamber olarak soyunu devam ettirir. Hz. İshak’tan sonra oğlu Hz. Yakup peygamber olur ve bu silsile Hz. Yusuf ve Hz. Musa ile devam eder. Hz.Yakup’u Yahudiler İsrail olarak isimlendirirler. O nedenle Hz. Yakub’un soyundan gelmeleri nedeniyle tarihte İsrail oğulları olarak bilinirler. Hz. İsmail’in oğulları ise Mekke ve civarında yerleşip çoğalmışlardır. Onlara da Araplar denir. Bundan dolayı Araplarla Yahudiler kardeş çocuğu ve birinci dereceden akraba sayılırlar. Abdulvahab’ın dilinde bu durum amca çocukları olarak değerlendirilir. Yalnız Yahudiler Hz. İsmail’in annesi Hz. Hacer’in köle olması nedeniyle Arapları değersiz ve ikinci sınıf bir toplum kabul ederler.

Araplar, kendileri için söylenilen “köle” yakıştırmasından çok rahatsızlık duymuşlar, duydukları bu eziklikten kurtulmak için insanlık dini olan İslâm’ı Arap dini haline getirmeye, İslâm’ı kabul eden milletleri de “mevali” olarak nitelemeye ve yeni İslâm topluluklarına köle muamelesi yaparak bu duygudan kurtulmaya çalışmışlardır. Tarih içinde türeyen Arap Asabiyecileri “Arapçılığı İslâm’ın önüne geçirenler” muazzez dinimizi Yahudi örneğine dayanarak Arap kavminin dini haline getirmeye çalışmışlardır. Bu anlayışı o derece ileriye taşımışlar ki Bağdat’ı fethederek kendisini Karmati egemenliğinden kurtaran Selçuklu Sultanı Sultan Tuğrul Bey’in akrabalık kurarak aralarındaki dayanışmayı artırmak amacıyla kızıyla evlenme teklifini, “Sultan da olsa bir köleye soylu Arap kızı verilemez fetvası gereği” geri çevirmişlerdir.

Bugün Amca çocukları arasındaki savaş ortamına birinci dereceden müdahil olma durumumuz Araplarla ümmet yakınlaşmasından ziyade, milli siyaset anlayışımıza ve Gazze’nin stratejik durumuna dayanmaktadır. Çünkü Anadolu’nun doğal sınırları ilk çağlardan beri Sina ve Filistin’den başlamakta, o topraklardaki huzursuzluk bizi rahatsız etmektedir. Tarih göstermiştir ki sebebi her ne olursa olsun Araplara yakınlık duymak, arkanı zayıf düşürmek anlamına gelmektedir. Çünkü Araplarda kan akrabalığı inanç kardeşliğinden daha önemlidir. Bu duruma tarih içinde tanık olduğumuz gibi, günümüzde de görmekteyiz.

Kalın sağlıcakla.