Diyanet İşleri Başkanlığının yıllardır süren ATATÜRK ve Cumhuriyetle gizliden gizliye devam eden mücadelesi son yıllarda aleniyet kazandı. Artık açıktan mücadele ediliyor, milletimiz için tarihi zafer ve gurur günlerimiz bile görmezden geliniyor, mukaddes dinimiz Arap asabiyesinin yorumlarına uygun olarak milletimizin tarihi kişiliğiyle çatıştırılıyor ve bundan milliyetimiz büyük yara alıyordu. Cumhuriyetimizin bu mümtaz kurumu yanlış insanlar elinde milletle, milletimizin tarihiyle, milletimizin iftihar ve gurur günleri olan bayramlarımızla çatıştırılıyor, milli birlik ve beraberlik için beklenen katkıyı sağlayamıyordu. Eskisinin görev süresi dolması nedeniyle yerine atanan yeni Diyanet İşleri Başkanından milletin bu yönde beklentisi büyüktü. Cumhuriyet Bayramı ve hemen arkasından gelen 10 Kasım ATATÜRK’ün 87. Vefat yıl dönümü ile ilgili Cuma hutbelerinde beklenilen farklılık görülmeyince toplumsal tepkiler çığ gibi yükseldi. Aslında bu yazıda Diyanetin son Cuma hutbesinde konu edindiği vefa üzerinde duracak ve ATATÜRK’e gösterilen vefasızlığın ALLAH (C.C.) tarih ve milli vicdan tarafından zerre kadar hoş karşılanmayacağını yazacaktım. Ancak bu konuda birbirini takip eden önemli olaylar gelişti ve ben gelişen bu zincirleme olayları konu edinmek zorunda kaldım.

Önce Kocaeli valisi ve müftüsünün aldığı önemli ve tarihi kararı gündeme düştü. Valilik kararı doğrultusunda müftülüğün aldığı bir kararla 10 Kasım Pazartesi günü ögle namazından önce bütün camilerde ATATÜRK için mevlid-i şerif okunacak ve dualarla ATATÜR’ün ölüm yıldönümü hatırlatılacak ve aziz hatırası dile getirilecekti. Ülke genelinde ve ülke dışındaki ATATÜRK ve CUMHURİYET karşıtı bütün mihraklar birden harekete geçtiler ve Kocaeli müftüsünün şahsında cumhuriyete, ATATÜRK’e bütün cumhuriyetçilere olmadık hakaretler ve küfürler yapıldı. Hatta kimi yerlerde nümayiş ve gösteriler tertiplendi.

Bütün bu olanlar bir tarafa bazı akademisyen ve sendika başkanları Kocaeli valisini ve müftüsünü aldıkları karar gereği kınamanın çok ötesinde anlam taşıyan bildiriler yayınladılar. Mesela Diyanet-Sen genel başkanı Ali yıldız yayınladığı bildiride “Bir kez daha hatırlatırız ki; ne camiler laiklik ve Kemalizm testi mekânlarıdır, ne de din görevlileri laikçi bağnazların emir eridir. Din adamları işlerini ilgili mevzuat ve İslâm Dininin kuralları doğrultusunda yerine getirmekle mükelleftir. Ben yaptım oldu mantığını, her önüne gelenin din görevlilerini keyfi ve mevzuata aykırı şekilde talimatlandırmasını kabul etmemiz mümkün değildir.” Diyerek verilen kararı mevzuat ve İslâm dışı ilân edip din görevlilerini karara uymamaları ve direnmelerini istemektedir. Mesela Rotterdam İslâm Üniversitesi rektörü Prof.Dr. Ahmet Akgündüz ise yayınladığı konu ile ilgili mesajında “Ya Rab! Kocaeli valisi ve müftüsünü Mustafa Kemal ile haşret!” diye biten duasının ardından Kaf suresi 30. Ayetinin mealini yazarak mesajını şöyle bitirmektedir. “O gün cehenneme doldun mu? Diye sorarız. O da daha yok mu der” Yine İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Ahmet Uysal “ATATÜRK İslam’ı bu topraklardan söküp atmaya çalışmışken ve bu tip dini merasimlere karşıyken ATATÜRK için mevlit okutmak kimi memnun etmek için” diye sorabilmektedir.

Bütün bu gelişmeler toplumumuzda derin dalgalanmalara sebep olmuş, ATATÜRK’e ve cumhuriyete bu şekilde ölçüsüz ve gerçek dışı yaklaşımlar büyük tedirginliklere ve gerilmelere sebep olmuştur. Ancak 10 Kasım günü Diyanet İşleri Başkanlığının yayınladığı mesaj bu ateşin üzerine su dökmüş, geçici olarak sükûneti sağlamıştır. Başkanlık mesajında “Cumhuriyetimizin banisi Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ü vefatının 87. Yılında saygı ve minnetle yadediyoruz.” Dedikten sonra devamla “Aziz milletimizin varoluş çabasını temsil eden ve dünyanın pek çok yerindeki mazlumlara ilham kaynağı olan milli mücadelemizin tüm kahramanlarına Cenab-ı Hak’tan rahmet diliyoruz. Ecdadımızın büyük fedakârlıklarla bizlere emanet ettiği cennet vatanımızı ve değerlerimizi muhafaza ederek geleceğe taşımayı ihmal edilemez bir görev olarak görüyoruz. Bu anlayışla başkanlığımız, medeniyet mirasımızı yarınlara taşımak adına devletimizin bekası ve milletimizin huzuru için tüm mensuplarıyla devam etmektedir.” demiş, ve yukardaki beyanları Diyanet İşleri Başkanlığı adına tümüyle reddetmiştir.

Yukarıda kaydedilen mesajlar hakkında çok şeyler söylenebilir. Bunlar tarihimizdeki ilk örnekler değildir. Daha önce de İSTİKLÂL SAVAŞINDA buna benzer bir sürüsü yayınlanmış, Kuvay-ı milliye hedef alınmıştır. Mesela Teali İslâm Cemiyeti o dönemde yayınladığı bildiride “ Yunan ordusu halifenin ordusu sayılır. Hiç te zararlı değildir. Asıl kafası koparılacak mahlûkat Ankara’dadır” diyecek kadar gözü kör davranabilmiştir. Bunlarla beraber hareket eden Delibaş Mehmet etrafına topladığı cahil ve para düşkünü birçok serseriyle Konya’yı basmış Mecelle-i Ahkâm-ı Adli ’ye müderrisiyle birlikte onlarca vatanseveri şehit edebilmiş ve “Kim milliyetçilerle Yunan’a karşı savaşa giderse şer’an kâfirdir” diyerek dini kullanmanın en kötü örneğini vermiştir. Bunun yanında gerçek Müslümanlığın gereğini yapan Denizli müftüsü Ahmet Hulusi Efendi gibi, Mustafa Kemal’i Amasya’ya gelişte karşılayarak “Bütün Amasya emrinizdedir. Gazanız mübarek olsun” diyen müftü Hacı Tevfik Efendi gibi nice din adamları bu toprağın vatanlaşmasına katkıda bulunmuştur. Milletimiz gerek ATATÜRK ve arkadaşlarına gerek yukardaki isimlerin verdiğimiz nice imanlı din adamlarımıza müteşekkir olup onları hayırla yadetmektedir. Onlar “Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda” diyerek kanlarını dökmüşleri, canlarını vermişler, cennete yürümüşlerdir. Yunan askerine halife ordusu diyenlerle, Yunan’a karşı savaşanlara kâfir diyenlerin mekânı gerçek Müslümanlara uygun gördükleri cehennem çukuru olmuştur. Kocaeli Müftüsü ve valisini ATATÜRK’le birlikte cehennemi uygun görüp orada haşredilmesini isteyenlerin yerleri de onlardan farksız olmayacaktır.

Son söz olarak diyeceğim odur ki: 1o Kasım ATATÜRK’ü anma törenleri göstermiştir ki Bu cephe sarsılmaz, bu kale düşmez.